DEVE, ASLAN, ÇOCUK

İnsan mükemmel doğmaz. O tamamlanmadan doğar. O bir süreç olarak doğar. O kutsal bir yolculuk olarak yolun üzerinde doğar. Onun kederi budur ve onun sonsuz mutluluğu da budur; kederlidir çünkü o dinlenemez, o ilerlemek zorundadır, o her zaman ileri gitmek zorundadır. O aramak ve araştırmak ve keşfetmek zorundadır; o bir şey olmak zorundadır çünkü onun varlığı sadece bir şey olma aracılığıyla yükselir. Onun varlığı bir şey olmaktır. O yalnızca hareket halindeyken olabilir.

Evrim insan doğasına özgü bir şeydir, evrim onun ruhunun ta kendisidir. Ve kendilerini normal karşılayan kişiler gerçekleşmeden kalırlar; tamamlanmış olarak doğduğunu düşünenler evrimleşmeden kalır. O zaman tohum olarak kalır, asla bir ağaç olamaz ve asla baharın ve günışığının ve yağmurun ve taşkın mutluluğun ve milyonlarca çiçeğin patlamasının keyfini bilemez.

Bu patlama kendini gerçekleştirmektir, bu patlama Tanrı ile ilgili her şey demektir; milyonlarca çiçek olarak patlamak. Potansiyel gerçek olduğunda, sadece o zaman insan tatmin olur. İnsan bir potansiyel olarak doğar; bu insana özgü bir şeydir. Tüm diğer hayvanlar tamamlanmış doğar, onlar ölecekleri şekilde doğarlar. Onların doğumu ve ölümü arasında bir evrim yoktur onlar aynı düzlemde hareket eder, onlar asla herhangi bir dönüşümden geçmez. Onların hayatında asla herhangi bir kökten değişim olmaz. Onlar yatay olarak hareket eder; dikey asla onlara nüfuz etmez.

Eğer insan da yatay bir şekilde hareket ederse o insan olmayı kaçıracaktır, o bir ruh halini almayacaktır. Gurdjieff, her insanın ruhunun olmadığını söylerken demek istediği budur. Bir kimsenin ruhunun olması çok nadirdir. Şimdi bu çok garip bir önermedir çünkü asırlardır sana bir ruh ile birlikte doğduğun söylendi. Gurdjieff, senin sadece bir ruh olabilme potansiyeli ile birlikte doğduğunu söylüyor, gerçek bir ruhla değil. Senin bir projen var ama bu plan üzerinde çalışılmalı. Sende tohum var ancak toprağı ve mevsimi ve doğru iklimi ve patlamak, büyümek için doğru anı araştırmak zorundasın.

Yatay olarak hareket ederek sen bir ruhun olmadan kalacaksın. Dikey sana nüfuz ettiği zaman bir ruh haline gelirsin. "Ruh" dikey yatayın içine nüfuz etti demektir. Yahut örnek olarak bir tırtıl, koza ve kelebeği düşünebilirsin.

İnsan bir larva olarak doğar. Ne yazık ki pek çoğu larva olarak ölür; pek azı tırtıl olabilir. Bir larva durağandır; O hareket nedir bilmez, o bir yerde, bir halde, bir aşamada takılı kalır. Çok az insan tırtıla dönüşebilir. Tırtıl hareket etmeye başlar; dinamizm gelir. Larva durağandır; tırtıl hareket eder. Hareketle birlikte hayat kıpırdamaya başlar. Yine pek çoğu tırtıl olarak kalır: Onlar yatay olarak hareket etmeye devam eder, aynı düzlemde, tek bir boyutta. Nadir olarak Buda gibi bir adam —ya da Celaleddin-i Rumi ya da İsa ya da Kabir— kuantum sıçrayışını yapar ve bir kelebeğe dönüşür. O zaman dikey olan ortaya çıkar.

Larva durağandır; tırtıl hareket eder, hareketi bilir; kelebek uçar, yükseklikleri bilir, yukarı doğru hareket etmeye başlar. Kelebek kanatlarını geliştirir; bu kanatlar amaçtır. Kanatların gelişmediği sürece ve kanatlı bir hal almadığın sürece bir ruhun olmayacak.

Hakikate üç halden geçilerek varılır: Özümsemek, bağımsızlık ve yaratıcılık. Bu üç sözcüğü unutma, onlar çok ufuk açıcıdır. Özümseme; larvanın işlevi budur. Basitçe besinleri özümser; o bir tırtıl olmak için hazırlanıyor. O ayarlama yapıyor; o bir depo. Enerji hazır olduğunda o bir tırtıla dönüşecek. Hareket etmeden önce hareket edebilmek için büyük bir enerjiye ihtiyaç duyacaksın. Tırtıl özümsemedir, tamdır; iş başarılmıştır. Sonra ikinci aşama başlar: bağımsızlık. Larva bırakılmıştır. Artık tek bir yerde kalmaya gerek yoktur. Keşfetmek için zaman gelmiştir, macera için zaman gelmiştir. Gerçek hayat hareketle, bağımsızlıkla başlar. Larva bağımlı, mahkûm, zincirlenmiş olarak kalır. Tırtıl zincirleri kırmıştır, hareket etmeye başlar. Buz erimiştir; o artık donuk değildir. Larva donmuş bir haldedir. Tırtıl harekettir, nehir gibidir.

Ve sonra üçüncü aşama, yaratıcılık aşaması gelir. Bağımsızlık kendi başına fazla bir şey ifade etmez. Sadece bağımsız olarak tatmin olamayacaksın. Hapishanenin dışında olmak iyidir ama ne için bağımsızlık? Ne için özgürlük?

Unutma, özgürlüğün iki hali vardır: Birincisi bir şeyden özgürleşmek ve ikincisi bir şey için özgürleşmek. Pek çok insan ilk türden özgürlüğe, bir şeyden özgürleşmeye erişir: Ebeveynlerden özgürleşmek, kiliseden özgürleşmek, organizasyondan özgürleşmek, şundan ve bundan özgürleşmek, her çeşidinden hapishaneden özgürleşmek. Ama ne için? Bu çok negatif bir özgürlüktür. Eğer sadece bir şeyden özgürleşmeyi bilirsen, gerçek özgürlüğü bilmemişsindir; sadece negatif halini bilmişsindir. Pozitif bilinmelidir; yaratmak için özgürlük, var olmak için özgürlük, ifade etmek için özgürlük, şarkını söylemek için özgürlük, dansını etmek için özgürlük. Bu üçüncü durumdur: Yaratıcılık.

O zaman tırtıl kanatlı bir şeye dönüşür, bir bal tadıcısı, arar, keşfeder, bulur, yaratır. Kelebeğin güzelliği bu yüzdendir. Sadece yaratıcı insanlar güzeldir çünkü sadece yaratıcı insanlar hayatın ihtişamını bilir: Onların görecek gözleri ve duyacak kulakları ve hissedecek kalpleri vardır. Onlar tam olarak canlıdır; onlar en üst düzeyde yaşar. Onlar meşalelerini her iki uçtan da yakarlar. Onlar yoğunluk içinde yaşar; onlar bütünlük içinde yaşar.

Veya Friedrich Nietzsche tarafından kullanılan metaforu kullanabiliriz. O der ki insanın hayatı, birbirini izleyen ruhun üç metamorfozuna bölünebilir. İlkine "Deve" der, ikincisine "Aslan" der, üçüncüsüne "Çocuk" der. Deve, aslan ve çocuk; son derece gebe metaforlar.

Her insanoğlu kendi toplumunun —kültürünün, dininin, halkının— kültürel mirasını sindirmeli ve kullanmalıdır. O geçmişin var ettiği her şeyi sindirmek zorundadır. O geçmişi hazmetmek zorundadır; Nietzsche'nin deve aşaması dediği budur. Deve bedeninde çölü aşacağı zorlu yolculuk için büyük miktarda yiyeceği ve suyu depolama gücüne sahiptir. Ve bu insan bireyi için de aynıdır; bir çöl geçmek zorundasın, tüm geçmişi hazmetmek zorundasın. Ve unutma sadece hatırlamak yeterli olmayacaktır... sindirim. Ve şunu da unutma: Geçmişi hatırlayan kişi sadece sindiremediği için hatırlar. Şayet geçmişi hazmedebilirsen geçmişten özgürleşirsin. Onu kullanabilirsin ama o seni kullanamaz. Sen ona sahip olabilirsin ancak o sana sahip olamaz.

Yiyeceği hazmettiğin zaman onu hatırlamana gerek kalmaz. O senden bağımsız olarak var olmaz: O senin kanın, senin kemiğin, senin iliğin haline gelmiştir; o sen haline gelmiştir.

Geçmiş hazmedilmelidir. Geçmişte yanlış bir şey yok. Bu senin geçmişin. ABC'den başlamana gerek yok çünkü her birey ABC'den başlamak zorunda kalsaydı pek bir evrim olmazdı. Hayvanlar bu nedenle evrimleşmemiştir. Köpek milyonlarca yıl önceki haliyle aynıdır. Sadece insandır evrimleşen hayvan. Bu evrim nereden geliyor? O gelir çünkü insan geçmişi sindirebilen yegâne hayvandır. Bir kez geçmiş hazmedildiğinde ondan özgürleşirsin. Özgürlüğe doğru gidebilirsin ve geçmişini kullanabilirsin. Aksi taktirde pek çok deneyimin içinden geçmen gerekecek. Hayatın boşa gidecek.

Babalarının ve büyükbabalarının ve onların babalarının ve onların büyükbabalarının omuzlarında durabilirsin. İnsan tüm diğer insanların omuzlarının üzerinde durur. Bu yüzden de insan bu yüksekliğe erişir. Köpekler buna erişemez, kurtlar buna erişemez; onlar kendilerine güvenirler. Onların yüksekliği kendi yükseklikleridir. Senin yüksekliğinde Buda özümsenmiştir, İsa özümsenmiştir, Patanjali özümsenmiştir, Musa özümsenmiştir, Lao Tzu özümsenmiştir. Ne kadar çok özümsersen o kadar yüksekte durursun. Bir dağın zirvesinden bakabilirsin, vizyonun çok büyüktür.

Daha çok hazmet. Kendi insanların tarafından sınırlanmana gerek yok. Tüm yeryüzünün tüm halklarının bütün geçmişini özümse; dünya gezegeninin bir vatandaşı ol. Hıristiyan, Hindu ve Müslüman tarafından kısıtlanmaya gerek yok. Hepsini özümse! Kuran senindir, İncil senindir, Tevrat da öyledir ve Vedalar da öyledir ve Tao Te Ching de öyledir. Hepsini özümse ve ne kadar çok özümsersen üzerinde durup uzaklara bakabileceğin zirveler de o kadar yüksek olacak ve uzak ülkeler ve manzaralar senin olacak.

Nietzsche'nin deve aşaması dediği şey budur ama orada takılıp kalma. Kişi hareket etmelidir. Deve larvadır; deve stokçudur. Ancak bu aşamada takılır ve her zaman bir deve olarak kalırsan, o zaman hayatın güzelliklerini ve rahmetini bilemeyeceksin. O zaman asla Tanrı'yı bilemeyeceksin. Geçmişte takılıp kalacaksın. Deve geçmişi özümseyebilir ama onu kullanamaz.

Kişisel gelişiminin akışı esnasında devenin aslana dönüşmek durumunda kaldığı bir an gelir. "Yapmamalısın" olarak bilinen devasa canavarı parçalamaya girişir aslan. İnsanın içindeki aslan otoriteye karşı kükremeye başlar.

Aslan deveye karşı bir tepki, bir başkaldırıdır. Birey artık kendi içsel ışığını, her türlü hakiki değerin nihai kaynağı olarak keşfeder. O kendi manevi yaratıcılığının, en derinde saklı kalmış potansiyelinin temel zorunluluğunun farkına varır. Birkaçı aslan aşamasında takılı kalır: Onlar sürekli kükrer ve kükrer ve kendi kükremelerinin içinde tükenirler.

Bir aslan olmak iyidir ama kişinin atması gereken bir adım daha vardır; ve bu adım da çocuk haline gelmektir.

Şimdi, hepiniz bir çocuk oldunuz ancak bilenler der ki ilk çocukluk sahte bir çocukluktur. Bu ilk çıkan dişler gibidir: Onlar sadece diş gibi gözükürler fakat onların yararı yoktur, onlar düşmek zorundadır. Sonra gerçek dişler doğar. İlk çocukluk sahte bir çocukluktur; ikinci çocukluk gerçek çocukluktur. İkinci çocukluğa çocuk aşaması ya da aziz aşaması denir; ikisi de aynı anlama gelir. Bir insan tamamen masum olduğu, geçmişten özgürleşmiş olduğu, o kadar özgürleşmiş ki geçmişe karşı gelme ihtiyacı bile duymadığı sürece... Unutma geçmişin hâlâ karşısında olan kişi gerçekten özgür değildir. Onun hâlâ kini, bazı şikâyetleri, bazı yaraları vardır. Deve hâlâ ona hayalet gibi görünür; devenin gölgesi hâlâ takip etmeye devam eder. Aslan oradadır ama hâlâ bir şekilde deveden korkar, onun geri gelebileceğinden çekinir.

Devenin korkusu tamamen yok olduğunda, aslanın kükremesi durur. O zaman çocuğun şarkısı doğar.

Ben senin bu üç aşamanın içine çok derinlemesine ve çok nüfuz ederek girmeni istiyorum çünkü onların değeri çok yüksektir.

Deve, özümseme aşaması, tıpkı anne karnındaki hiçbir şey yapmadan özümseyen, sadece anneyi yiyen, büyüyen ve büyüyen, dünyaya yapacağı en son atılım hareketine hazırlanan bir bebek gibidir. Şu an çocuk için başka bir iş yoktur: Annenin karnında dokuz ay boyunca yer ve uyur, uyur ve yer. O devamlı uyur ve yer; sadece iki işlem vardır. Hatta çocuk doğduktan sonra aylar boyunca sadece yiyor ve uyuyor olacaktır. Yavaş, yavaş uyku azalacaktır ve yemek de azalacaktır. O hazırdır, o bir birey olmaya hazırdır. Ve çocuk bir birey olmaya hazır hale geldiği an boyun eğmeme ortaya çıkar. Çocuk hayır demeye başlar; evet demek yavaş, yavaş kaybolur. Boyun eğme ölür; başkaldırı doğar.

Deve hali özümseme halidir. Deve nasıl hayır deneceğini bilmez. Deve hayır demeye alışkın değildir. O bu sözcüğü duymamıştır ve hayır demenin keyfini tatmamıştır. O sadece evet demeyi bilir. Onun "evet"i çok derin olamaz çünkü "hayır" demeyi bilmeden senin evetin çok derin olamaz. O yüzeysel kalmak zorundadır. Hayır demeyi bilemeyen bir insan nasıl gerçekten eveti bilebilir? Onun eveti yetersiz olacak. Devenin eveti yetersizdir. Deve ne olduğunu bilemez; o sürekli evet demeye devam eder çünkü ona öğretilmiş olan tek sözcük budur. Boyun eğme, inanma; bunlar "Deve" aşaması denen şeyin karakteristikleridir. Adem Bilgi Ağacı'nın meyvesini yemeden önce bu haldeydi ve her insanoğlu bu halden geçer.

Bu zihin öncesi ve benlik öncesi haldir. Henüz zihin yoktur. Zihin gelişmektedir ancak tamamlanmış bir şey değildir; o çok belirsiz, muğlak, karanlık, bulanıktır. Benlik yoldadır fakat o hâlâ yoldadır; henüz onun net tanımı yoktur. Çocuk henüz kendisini ayrı olarak bilmez. Adem meyveyi yemeden önce Tanrı'nın parçası idi. O rahimdeydi, o boyun eğiyordu, bir evet diyendi ama bağımsız değildi. Bağımsızlık sadece hayır kapısından girebilir; evet kapısından sadece bağımlı olmak. O nedenle bu deve aşamasında bağımlı olmak, çaresizlik vardır. Diğeri senin varlığından daha önemlidir: Tanrı daha önemlidir, baba daha önemlidir, anne daha önemlidir, toplum daha önemlidir, din adamı daha önemlidir, politikacı daha önemlidir. Senin dışındaki herkes önemlidir; diğeri önemlidir, sen hâlâ yoksun. Bu çok bilinçsiz bir haldir. İnsanların büyük kısmı burada takılıp kalmıştır: Onlar deve olarak kalır. İnsanların nerede ise yüzde doksan dokuzu deve olarak kalır.

Bu çok üzüntü verici bir şeydir; insanoğlunun yüzde doksan dokuzu larva olarak kalır. Bu nedenle etrafta çok fazla azap var ve hiç keyif yok. Ve sen neşeyi aramaya devam edebilirsin ancak onu bulamayacaksın çünkü neşe dışarıda sana sunulmuyor. Bir çocuk olamadığın sürece —üçüncü aşamaya erişildiğinde— bir kelebek haline gelmediğin sürece coşkunun ne olduğunu bilemeyeceksin. Coşku dışardan verilen bir şey değildir; o senin içinde gelişen bir bakıştır. Bu sadece üçüncü aşamada mümkündür.

İlk aşama mutsuzluktur ve son aşama mutluluktur. Ve ikisinin arasında aslan hali vardır; o bazen mutsuzdur ve bazen memnundur. Bazen acı çeker ve bazen de keyif alır.

Deve aşamasında sen papağansın. Sen anılardan başka bir şey değilsin. Tüm hayatın sana başkaları tarafından verilen inançlardan oluşur. Hıristiyanları ve Müslümanları ve Hinduları ve Jainaları ve Budistleri bulacağın yer burasıdır. Kiliselere ve tapınaklara ve camilere git ve büyük deve toplaşmaları bulacaksın. Tek bir insanoğlu bulamayacaksın. Onlar sürekli papağan gibi tekrar eder durur. Bir öykü duydum:

Yöresel ejderha katletme okulunda derslere katılan bir ortaçağ şövalyesinin hikâyesi anlatılır. Büyücü Merlin tarafından verilen bu kursa pek çok başka genç şövalye de katılıyordu.

Anti-kahramanımız, Merlin'e ilk günden gidip kursta pek de başarılı olamayabileceğini çünkü bir korkak olduğunu ve bir ejderhayı katletmek için her zaman çok pısırık, beceriksiz birisi olduğunu bildiğini söylemiş. Merlin ona endişelenmesine gerek olmadığını çünkü bu ürkek genç şövalyeye verebileceği büyülü bir ejderha kesme kılıcı olduğunu söyledi. Elinde böyle bir kılıçla hiç kimse herhangi bir ejderhayı kesmede başarısız olamazdı. Ne kadar değersiz olduğuna bakmadan bir ejderhayı öldürebilecek olan bu resmen büyülü desteğe sahip olmak şövalyeyi çok keyiflendirmişti. İlk saha denemesinde elinde büyülü kılıçla korkak şövalye, birbiri ardına ejderhaları doğrayıp ardı ardına bakireleri özgürleştirdi.

Dönemin sonuna doğru bir gün Merlin genç şövalyenin katıldığı bir derste, habersiz bir sınav yaptı. Öğrencilerin sahaya gidip aynı gün bir ejderha öldürmeleri gerekiyordu. Anti-kahramanımız, şevkini kanıtlamak için heyecanla ileri atılan genç şövalyelerin fırtınasında, dolaptan yanlış kılıcı kaptı. Az sonra kendisini, bağlanmış bir bakireyi özgürleştirmek istediği mağaranın girişinde buldu. Onu esir eden ateş soluyan canavar dışarı çıktı. Yanlış kılıcı aldığını bilmeden genç şövalye, şahlanan ejderhayı bitirmek için kılıcını çekti. Tam darbe indirmek üzere iken yanlış kılıcı almış olduğunu fark etti. Bu büyülü kılıç değil, bu sadece iyi şövalyeler için uygun olan sıradan bir kılıç.

Durmak için çok geçti. Sıradan kılıcını eğitilmiş kollarının azametiyle savurdu ve bir ejderhanın daha kafasının koptuğunu şaşırarak ve keyif içerisinde gördü.

Ejderhanın kafası beline bağlanmış, kılıcı elinde ve bakireyi arkasından sürükleyerek sınıfa döndü. Hemen Merlin'e koşup hatasını ve hatasından nasıl açıklanamaz bir şekilde kurtulduğunu anlattı.

Merlin genç şövalyenin hikâyesini duyunca kahkahayı bastı. Genç şövalyeye cevabı şöyleydi: "Senin şimdiye kadar tahmin etmiş olacağını düşünmüştüm: Bu kılıçların hiçbirisi büyülü değil ve hiçbirisi de asla öyle olmadı. Tek büyü inanmaktı."

Deve inanmanın büyüsü içinde yaşar. Bu işe yarar. Bu mucizeler yaratmakta işe yarar. Ancak deve bir deve olarak kalır; gelişme eksik kalır.

Tapınaklarda ve kiliselerde dua eden insanlar inancın etkisi altındadır. Onlar Tanrı nedir bilmez, onlar asla böyle bir şeyi hissetmediler; onlar sadece inanırlar. Onların inanç büyüsü sürekli olarak onlara belirli şeyler yapar ancak bunların hepsi uydurma inançlardır, bir nevi hayal dünyasıdır. Onlar bilinçsizliğinin dışında, uykularının dışında değillerdir. Ve unutma, bu aşama gereksizdir demiyorum; gereklidir ancak bir kez tamamlandığında kişi onun dışına sıçramalıdır. Kişi sonsuza kadar bir deve olmak için burada değildir.

Ve anne babana ya da öğretmenlere ya da din adamlarına ya da topluma kızma çünkü onlar sende bir çeşit boyun eğme yaratmak ZORUNDADIR. Çünkü yalnızca boyun eğme aracılığıyla özümseyebileceksin. Baba öğretmek zorundadır, anne öğretmek zorundadır ve çocuk basitçe emmek zorundadır. Şayet şüphe zamanından önce yükselirse özümseme duracaktır.

Annenin karnındaki çocuğun şüphe duyar hale geldiğini bir düşün —ölecektir— bu kadından besinleri yiyip yememek için, yiyecekler gerçekten besleyici mi değil mi diye şüphe etmeye başlar. "Kim bilir belki de zehirlidir?" Yirmi dört saat uyumalı mı uyumamalı mı çünkü bu çok fazla, dokuz ay, yirmi dört saat devamlı uyumak bu kadarı çok fazla. Eğer çocuk birazcık şüphe duymaya başlarsa, bu şüphenin içinde çocuk ölecektir. Ve yine de bir gün şüphenin öğrenileceği, özümseneceği bir gün gelir. Her şeyin bir mevsimi vardır.

Her baba oğluna ne söyleyeceği konusunda bir problemle yüzleşir. Her anne kızına ne öğreteceği konusunda bir problemle karşılaşır. Her öğretmen yeni kuşağa neyin aktarılacağı konusunda endişe duyar. Geçmişte çocuğa aktarılması gereken pek çok şey var, pek çok zafer, pek çok anlaşma zirvesi, pek çok çıkarım.

İlk aşamada herkes bir deve, evet diyen, ne söylenirse inanan, özümseyen, hazmeden olmak zorundadır ancak bu sadece yolculuğun başlangıcıdır; sonu değildir.

İkinci aşama zordur. İlk aşamayı toplum sana verir; bu nedenle milyonlarca deve, çok az aslan vardır. Toplum sen mükemmel bir deve haline geldiğin zaman seni bırakır. Bunun ötesinde toplum bir şey yapamaz. Toplumun —okulun, kolejin, üniversitenin— işi orada biter. O seni diplomalı, mükemmel bir deve olarak terk eder.

Unutma; bir aslan olmak için tek başına olmak zorundasın. Eğer bir aslan olmaya karar vermezsen asla bir aslan olamayacaksın. Bu risk birey tarafından alınmak zorundadır. Bu bir kumardır. Bu çok tehlikelidir de çünkü bir aslan haline gelerek etrafındaki tüm develeri rahatsız edeceksin ve develer huzuru seven hayvanlardır; onlar her zaman itaat etmeye hazırdır. Onlar rahatsız edilmek istemezler, onlar dünyada herhangi yeni bir şey olsun istemezler çünkü yeni her şey rahatsız eder. Onlar devrimciler ve asilere karşıdır ve sana hatırlatırım büyük şeyler değil —Sokrates ve İsa hakkında değil; onlar çok büyük devrimler getiriyor— develer o kadar küçük şeylerden korkarlar ki ağzın açık kalır.

Bir öykü duymuştum:

Aralık 1842'de Cincinnati'li Adam Thompson ilk küveti Amerika'da doldurdu. Bay Thompson'un küvet haberi hemen yayıldı. Gazeteler bu yeni fikrin Cumhuriyet'in demokratik yapısını bozacağını söylediler.

Hmm bir düşün... bir banyo küveti demokratik cumhuriyetin bütünlüğünü bozacak.

...Doktorlar romatizma, ciğerlerin yanması vs. gibi şeyler olacağını tahmin ettiler. Bilge kişiler kış vakti banyo yapmanın gürbüz nüfusun azalması ile sonuçlanacağında hemfikir oldular. Özgürlüğün beşiği Philadelphia Kasım'ın başından Mart'ın başına kadar banyo yapmayı yasaklamaya çalıştı; 1845'de Boston doktor tavsiyesi olmadan banyo yapmayı kanunsuz hale getirdi; Hartford, Providence, Wilmington ve diğer şehirler banyo yapma alışkanlığını engellemek için su faturalarını yükseltti. Virginia eyaleti banyo yapmak için eyalete getirilen her banyo küvetine otuz dolar vergi koyarak bir tokat attı. Ancak 1922'ye gelindiğinde yılda 889 bin banyo küveti imal ediliyordu.

Develer basitçe yeni olan her şeye karşı çıkarlar; ne olduğunun önemi yok. Bu bir banyo küveti olabilir ve onlar uzlaşmaz karşı çıkışlarını mantıklı hale getireceklerdir.

Antik Yunan'daki bir site devletinde bir adam halk meclisinde, yeni bir kanun önerdiğinde bunu boynuna sarılı bir iple bir platformun üzerinde yapardı. Eğer kanun geçerse ipi kaldırırlardı; eğer başarısız olursa platformu kaldırırlardı.

Aslanlar hoş karşılanmaz. Toplum aslanlar için her türden zorluk yaratır. Develer bu insanlardan korkarlar. Onlar diğerlerinin rahatını bozar, onların uykusunu kaçırır, endişe yaratır. Onlar develerde bir aslan olmak için arzu uyandırır; esas sorun budur.

Niçin İsa çarmıha gerildi? Onun mevcudiyetinin kendisi... ve pek çok deve aslan haline gelebilmek için hayal kurmaya başlar ve onların uykularını kaçırır ve onların sıradan, alelade hayatlarını rahatsız eder. Niçin Buda taşlanır? Niçin Mahavira şehirlere sokulmaz? Niçin Mansur'un kafası koparılır? Bu insanlar rahatsızlık yaratır; onların uykusunu kaçırır, sürekli kükrerler. Buda konuşmalarına "Aslan Kükremesi" demiştir.

Birincisi, deve hali toplum tarafından verilir. İkinci hal birey tarafından elde edilmelidir. Onu elde ederek tam bir birey haline gelirsin, sen kendine özgü olursun. Artık bir geleneğin parçası değilsin, artık bir destekçi değilsin. Koza bırakıldı: Sen bir tırtıl haline geldin, hareket etmeye başlarsın.

Aslan halinin şu özellikleri vardır: Bağımsızlık, hayır demek, boyun eğmemek, diğerine karşı baş kaldırma, otoriteye karşı olmak, dogmaya karşı olmak, kutsal metinlere karşı olmak, kiliseye karşı olmak, politik iktidara karşı olmak, devlete karşı olmak. Aslan her şeye karşıdır! O her şeyi parçalamak ister ve yeni bir dünyayı baştan yaratmak ister, kalbinin arzusuna daha yakın yeni bir dünya yaratmak ister. Onun zihninde muhteşem hayaller ve ütopyalar vardır. O develere çılgın gibi gözükür çünkü develer geçmişte yaşar ve aslan ise gelecekte yaşamaya başlar. Büyük bir fark oluşur. Aslan gelecekten haber verir ve gelecek sadece geçmiş yok edilirse gelebilir. Yeni sadece eski ortadan kalkıp yeni için alan yaratırsa varoluşa gelebilir. Eski yeninin olması için ölmek zorundadır. O yüzden aslan ve deve arasında sürekli bir kavga vardır ve develer çoğunluktadır. Aslan arada bir ortaya çıkar, aslan bir istisnadır. Ve istisnalar kaideyi bozmaz.

İnançsızlık onun karakteristiğidir, şüphe onun karakteristiğidir. Adem, Bilgi Ağacı'nın meyvesini yer: Zihin doğar, benlik tanımlanmış bir olguya dönüşür. Deve egoist değildir; aslan son derece egoisttir. Deve egoyla ilgili hiçbir şey bilmez; aslan sadece egoyu bilir. Bu yüzden her zaman devrimcileri, asi insanları —şairler, ressamlar, müzisyenler— son derece egoist bulursun. Onlar bohemdir. Onlar kendi hayatlarını yaşar, onlar kendi işlerini yaparlar. Onlar başkalarını zerre düşünmezler. Herkes cehenneme gidebilir! Onlar artık herhangi bir yapının parçası değildir onlar yapılardan özgürleşir. Hareketin, aslan kükremesinin egoist olması kaçınılmazdır. Bunun içine girebilmek için çok büyük bir egoya ihtiyaç vardır.

Doğu'da daha çok deve bulacaksın; Batı'da daha çok aslan bulacaksın. Bu yüzden Doğu'da teslimiyet çok kolay görünür. Batı zihni için teslimiyet çok zor görünür. Ancak bir şey unutulmamalıdır: Doğu zihni teslim olmayı çok kolay bulur; bu yüzden de onun teslimiyetinin fazla bir değeri yoktur. O halihazırda teslim olmuştur. O hayır demeyi bilmez; bu yüzden evet der. Bir Batı zihni teslim olduğunda bu çok zordur. Batı zihni için teslim olmak bir mücadeledir ancak Batı zihni teslim olduğunda çok büyük bir dönüşüm olur çünkü teslimiyet zor, meşakkatli, çetin bir görevdir. Doğu'da teslimiyet ucuzdur; Batı'da pahalı bir şeydir. Sadece birkaç cesur insan onun bedelini ödeyebilir.

Doğu bir aslan olma olasılığı kalmadığı için teslim olur. Bu çok rahat gelir, teslim olmak, kitlenin, kalabalığın parçası olmak kolaydır. Egoyu Batı yaratmıştır. Aslana —egoya, şüpheye, inançsızlığa— Batı daha çok ilgi göstermiştir. Ancak bir Batı zihni teslim olduğunda gerçekten çok büyük bir dönüşüm gerçekleşir.

Doğu zihni teslim olduğunda deve olarak kalır. Batı zihni teslim olursa "çocuğun doğma olasılığı" vardır. Aslan teslim olduğunda, bir çocuğa dönüşür; deve teslim olduğundaysa deve olarak kalır.

Sana paradoksal gelebilirim ama söylediğim şeyi anlarsan çok zor olmayacak ve bir paradoks gibi gözükmeyecek. Her bireye onu bırakabilecek hale gelmeden önce ego öğretilmek zorundadır. Her birey son derece kristalleşmiş bir egoya ulaşmak zorundadır; ancak o zaman bırakmanın yararı olur, yoksa olmaz.

İlk durum, deve bilinçsizdir. İkinci durum, aslanın durumu bilinçaltıdır; bilinçsizlikten birazcık daha yüksektir. Bilincine bir iki tane ipucu gelmeye başlamıştır. Senin uyuya kaldığın karanlık odanın içine doğan güneşin birkaç ışını giriyor. Bilinçsizlik artık bilinçsizlik değildir. Bilinçsizliğin içine bir şey karışmıştır o bilinçaltı olmuştur. Ancak unutma değişim —deveden aslana— aslandan çocuğa olduğundakinden çok büyük değildir. Değişim bir çeşit tersine dönmedir. Deve amuda kalkar ve aslan olur. Deve evet der, aslan hayır der. Deve boyun eğer, aslan boyun eğmez. Deve pozitiftir, aslan negatiftir. Şu anlaşılmalıdır ki deve çok fazla evet demektedir ve 'hayır'ı reddetmektedir; hayır birikir ve evetin intikam almak istediği bir nokta gelir. Reddedilen kısım intikam almak ister. O zaman tüm tekerlek döner; deve tersine döner ve bir aslan olur.

Deve ile aslan arasındaki fark büyüktür ama her ikisi de aynı düzlemde var olur. Koza bir yerde sabittir; tırtıl hareket etmeye başlar ama aynı toprağın üzerindedir. Hareket doğmuştur ancak düzlem aynıdır. İlki toplum tarafından verilmiştir: Senin deve olman toplumun bir armağanıdır. Senin bir aslan olman kendine verdiğin bir armağan olacaktır. Kendini sevmezsen onu yapamayacaksın. Bir birey olmak istemediğin, kendine özgü olmadığın sürece, akıntıya karşı gelmenin riskini üstlenmediğin sürece bir aslan olamayacaksın.

Ancak mekanizmayı anlarsan... devenin tam kalbinde aslan yaratılır. Yeniden ve yeniden evet demek ve hayırı reddetmek birikmeye devam eder. Kişinin evet demekten bıktığı bir an gelir; sırf değişiklik olsun diye kişi hayır demek ister. Kişi pozitiften bıkmıştır, onun tadı bıkkınlık vermiştir; sadece değişiklik için kişi hayırı tatmak ister.

Deve bu şekilde ilk defa aslanın hayalini görür. Ve bir kez hayırı tattığında —şüpheyi, inanmamayı— bir daha asla deve olamazsın çünkü o öylesine özgürlük, öylesine kurtuluş getirir ki.

Çoğunluk deve aşamasında takılır, azınlık aslanda takılır. Çoğunluk kitleler demektir ve azınlık entelektüeller demektir. Sanatçı, şair, ressam, müzisyen, düşünür, filozof, devrimci; bunlar ikinci aşamada takılmıştır. Bunlar develerden çok daha iyidir. Ancak henüz hedefe ulaşılmamıştır. Onlar yuvaya dönmemişlerdir. Üçüncü aşama "çocuk"tur.

Dikkatle dinle: İlk aşama toplum tarafından verilir, ikincisi bireyin kendisi tarafından verilir. Üçüncüsü sadece tırtıl bir kelebeğin yakınına gelirse mümkündür; aksi halde imkânsızdır. Nasıl olup da tırtıl kendi kendine uçabileceğini kanatlı bir şey haline gelebileceğini düşünebilecektir? İmkânsızdır! Düşünmesi imkânsızdır! Bu saçma, mantıksız olacaktır. Tırtıl hareket etmeyi bilir ancak uçmak saçmalıktır.

Kelebeklerin tırtıllara uçabileceklerini öğrettiğini duymuştum ve onlar karşı çıkıp, "Hayır. Belki senin için mümkün olabilir ama bizim için mümkün değil. Sen bir kelebeksin biz sadece tırtıllarız! Biz yalnızca sürünmeyi biliriz" derler. Ve yalnızca sürünmeyi bilen birisi uçmayı nasıl hayal edebilir? Bu farklı bir boyuttur, tamamıyla farklı bir boyut; dikey boyut.

Deveden aslana gelmek bir evrimdir. Aslandan çocuğa bir devrimdir. Bu aşamada bir Usta'ya ihtiyaç vardır. Toplum seni bir deve yapabilir, sen kendini bir aslan yapabilirsin ancak senin bir Usta'ya —bir Buda'ya, bir İsa'ya, bir Mevlâna'ya— ihtiyacın vardır; kanatları olan bir kelebeğe ihtiyacın vardır. Sadece kanatlı bir olguyla kanatlar hakkında hayal kurmaya başlayabileceksin. Hiç bilmediğin bir şey hakkında nasıl hayal kuracaksın? Himalayaların oralarda bir yerde yaşayan çok ilkel bir kabilenin bir arabayı hayal edebileceğini mi düşünüyorsun? Onlar hiç araba görmemiştir; onu hayal edemezler. Hayal sadece sen bir şeyi görebilirsen mümkündür; bir İsa'yı ya da bir Buda'yı ya da bir Bodhidharma'yı gördüğün zaman bunun gerçekleştiğini bilirsin. Ve bu insanlar tıpkı senin gibi gözükürler ve yine de senin gibi değildirler. Onların bedeni aynıdır, aynı yapıdadır ve yine de bilinmeyenden bir şey onların varlığına nüfuz etmiştir. Ahret onların içine girmiştir, ahret orada çok elle dokunulur haldedir. Onlara sempati ve sevgiyle yaklaşırsan onların içsel gökyüzü, sana bir anlığına görünür olur. Ve bir kez içsel gökyüzünü görmüşsen onun hayalini görmeye başlayacaksın. Büyük bir istek içinde uyanacak: Nasıl kanatlı bir şey olmalı?

Usta'dan müride sirayet eden şey budur. Üçüncü olay bir Usta aracılığıyla gerçekleşir. "Çocuk" yaratıcılık, bağımsızlık demektir.

İlk aşama, deve bağımlılıktı; ikinci aşama bağımsızlıktı fakat masumiyette kişi ne bağımlılığın ne de bağımsızlığın olmadığını fark eder. Varoluş birbirine bağlı olmaktır; her şey birbirine bağlıdır hepsi birdir.

Bütün olma hissi doğar: Ben yok, sen yok, evete ya da hayıra takılmak yok, ne her zaman evet demeye ne de her zaman hayır demeye takıntılı hale gelmek yok; daha çok akışkanlık, daha çok kendiliğindenlik; ne boyun eğmek ne de boyun eğmemek değil kendiliğinden olmak. Sorumluluk doğar. Kişi varoluşa karşılık verir, geçmişten tepki vermez ve gelecekten tepki vermez.

Deve geçmişte yaşar, aslan gelecekte yaşar, çocuk şimdiki anda yaşar, şimdi-burada. Deve zihin-öncesidir, aslan zihindir, çocuk zihin-ötesidir. Deve benlik-öncesidir, aslan benliktir, çocuk benlik-ötesidir. Zihinsizlik halinin anlamı budur. Sufiler ona fana der; ego gitmiştir, diğeri de gitmiştir. Onların ikisi birliktedir, birine diğeri olmadan sahip olamazsın. Ben-sen aynı enerjinin parçasıdır; onlar birlikte kaybolur.

Çocuk basitçe vardır... kutsaldır, tanımlanamaz, bir gizemdir, bir harikadır. Devenin hafızası vardır, aslanın bilgisi vardır ve çocuğun bilgeliği vardır. Deve ya Hıristiyan'dır ya Hindu'dur ya da Müslüman'dır, inançlıdır, aslan ateisttir ve çocuk ise dindardır; ne inançlıdır ne de ateisttir ne Hindu'dur ne Müslüman'dır ne Hıristiyan'dır ne de komünisttir; sadece basit bir dindarlık, sevgi ve masumiyet niteliğidir.

Adem meyveyi yer bir aslan olur. Bilgi Ağacı'nın meyvesini yemeden önce Adem devedir. Ve Adem yeniden kustuğunda, bilgiyi bıraktığında o çocuktur. İsa çocuk demektir. İsa müritlerine tekrar ve tekrar "Tövbe edin!" der. "Tövbe etmek" sözcüğü İbranice'de dön, geri gel anlamına gelir; cennet bahçesi hâlâ seni bekliyor. Şu bilgi elmasını kus ve kapılar sana açılacak.

Elmayı yemeden önce Adem devedir, meyveyi yedikten sonra Adem aslandır. Ve Adem çocuk olduğunda, evine döndüğünde İsa olur. Buda ona Nirvana der. İsa ona Tanrı'nın Krallığı der. Sen ona ne istersen söyleyebilirsin: Tao, dama, moksha. Sözcüklerin orada bir anlamı yoktur; o sözcüklerin olmadığı bir sessizliktir, düşüncelerin olmadığı bir masumiyettir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder