TEPKİDEN EYLEME

İlk ve anlaşılması gereken en temel şey, her ne yaparsan yap bir tepki olmaması gerektiğidir. Şayet o bir eylem ise sorun yoktur. Eylem her zaman iyidir; tepki her zaman kötüdür.

O nedenle ilk önce tepki terimini anlamaya çalış. O senin bilinçsizce eylemde bulunduğun anlamına gelir. Birisi seni maniple ediyor. Birisi bir şey söyler, bir şey yapar ve sen tepkide bulunursun. Durumun gerçek efendisi başka birisidir. Birisi gelir ve sana hakaret eder ve sen tepki gösterirsin, kızarsın. Birisi gelir ve seni över ve sen gülersin ve mutlu olursun. Her ikisi de aynıdır. Sen bir kölesin ve diğeri senin düğmelerine nasıl basılacağını biliyor. Sen bir makine gibi davranıyorsun. Sen bir robotsun, henüz bir insan değilsin.

Eylem yap, tepki verme. Başkalarının elinde bir oyuncak olma.

Ve sen zihinsizliğin içinden eylemde bulunan bir kimseyi öngöremezsin. Sadece zihin öngörülebilir. Eğer sen uyanıksan, tetikteysen, bilinçliysen hiç kimse herhangi bir durumun nasıl şekil alacağını söyleyemez. Bilinç için bin bir tane alternatif açıktır. Bilinçlilik tam özgürlüktür; spontane, bir eylem, tam olarak şimdide, kimse tarafından kontrol edilmeden, kişinin kendi varlığından gelerek...

Biz koşullanmalarımıza göre tepki veririz. Eğer vejetaryen bir ailede doğduysan ve masana etli yemekler konulursa miden bulanacak ve hasta hissedeceksin; etli yemekler yüzünden değil, koşullanmaların yüzünden. Et yemeğine koşullanmış bir kimsenin ise görüntüsünden bile ağzı sulanacak, mide bulantısındansa iştahı açılacak, mutlu olacak, heyecan duyacak. Bu da koşullanmadır.

Tepki gösteririz çünkü belirli bir şekilde koşullanmışızdır. Çok nazik olmaya koşullanmış olabilirsin. Her zaman kontrollü kalmaya koşullanmış olabilirsin. Sessiz olmaya koşullanmış olabilirsin. Normalde insanların rahatsız olacağı ve karmaşa yaşayacağı durumlarda sabit kalmaya koşullanmış olabilirsin. Fakat eğer o koşullanmaysa, o zaman onun dindarlıkla hiçbir alakası yoktur. O zaman onun psikoloji ile bir ilgisi vardır. Ve Buda ya da bir İsa orada usta değildir. B. F. Skinner ve Pavlov, onlardır oradaki ustalar. O şartlanmış bir reflekstir.

B. F Skinner'in laboratuarında tanıtımı yapılan yeni bir farenin hikâyesini duymuştum.

Psikologlar farelerle çalışıp dururlar çünkü insana bundan daha çok saygı duymazlar. Onlar eğer farenin zihnini anlayabilirlerse, insanlığı anlamış olacaklarını düşünürler.

Skinner'la çok uzun bir zamandır bir arada olan yaşlı fare, yenisine onu tanıştırdı ve "Bak. Bu B. F. Skinner iyi bir adamdır fakat önce onu koşullandırman gerekiyor. Şu düğmeye bas ve hemen kahvaltın gelecektir. Ben onu mükemmel biçimde koşullandırdım," dedi.

Koşullandırmak cinayettir; senin doğallığın öldürülür. Zihin belirli fikirlerden bıkmış haldedir ve senin karşılık vermene izin verilmez; senin sadece tepki vermene izin verilir. Küçük şeylerde ya da büyük şeylerde o aynıdır.

Eğer dindar bir ailede yetiştirildiysen Tanrı sözcüğü güzeldir, çok kutsaldır. Fakat şayet bir komünist ailede yetiştirildiysen o zaman sözcüğün kendisi çok çirkin, mide bulandırıcıdır. Kişi sözcüğü söylemenin ağızda kötü bir tat bırakacağını hisseder.

Küçük ya da büyük önemli değildir. Şayet koşullandırılmış olduğun biçimde davranmaya devam edersen bir makine gibi işliyorsun; insan henüz doğmamıştır.

Bir İngiliz'e bir fıkra anlatıldığında üç kez güleceği söylenir. Onu anlattığında ilk seferinde nazik olmak için gülecektir. Onu açıkladığında yeniden kibar olmak için ikinci kez gülecektir. İngiliz'in eğitimi budur; her zaman nazik olmak. Son olarak üçüncü kez gecenin bir yarısında uykusundan gürültü ile uyandığında ve ansızın fıkrayı anladığında gülecektir.

Aynı fıkrayı bir Almana anlattığında iki kez gülecektir. Anlattığında ilk olarak nazik olmak için gülecektir. Onu açıkladığında yeniden kibar olmak için ikinci kez gülecektir. Asla üçüncü kez gülmeyecektir çünkü o asla onu anlamayacaktır.

Aynı fıkrayı bir Amerikalıya anlattığında bir kez gülecektir: Fıkrayı anlattığında güler çünkü onu anlar.

Ve aynı fıkrayı bir Yahudi'ye anlattığında gülmeyecektir bile. Onun yerine, "Bu eski bir fıkra ve bunun yanı sıra sen de onu tamamen yanlış anlatıyorsun" diyecektir.

O bir fıkra olabilir ya da muhteşem bir felsefe olabilir. O ıvır zıvır bir şey ya da Tanrı'nın kendisi olabilir, hiç fark etmez. İnsanlar davranmaya koşullanmış oldukları şekilde, yetiştirildikleri şekilde, kendilerinden beklenen şekilde davranırlar. Doğanın işlemesine izin verilmez; sadece terbiyenin işlemesine izin verilir. Benim köleler dediğim insanlar bunlardır.

Özgürleştiğinde, tüm koşullanmaları bıraktığında ve hayata ilk kez taze gözlerle, arada koşullanmaların bulutları olmadan baktığında, öngörülemez hale gelirsin. O zaman kimse bilemez, o zaman ne olacağını kimse hayal edemez. Çünkü o zaman artık sen orada değilsindir; varoluş senin aracılığınla eylemde bulunur. Şu an sadece toplum senin aracılığınla eylemde bulunuyor.

Bir kez sen, basitçe, hiçbir sabit fikir olmadan, hiçbir plan olmadan, uyanık ve karşılık vermeye hazır olursan, hakiki ve kendine özgü bir hale gelirsin.

Şu iki sözcüğü hatırla: otorite ve orijinallik. Normalde sen seni koşullandıran otoriteye —din adamına, politikacıya, ebeveynlere—göre davranırsın. Otoriteye göre davranırsın. Özgür bir insan otoriteye göre davranmaz; o kendi orijinalliğine dayanarak davranır. O yanıt verir. Bir durum ortaya çıkar, bir meydan okuma vardır; ve o bütün varlığıyla yanıt verir. Kendisi dahi tahmin edemez onu.

Bana bir soru sorduğunda, sana ne cevap vereceğimi ben dahi bilmiyorum. Sadece verdikten sonra biliyorum; sadece o zaman, "Demek ki cevap buymuş!" diyorum. Senin sorun orada, ben buradayım; bir yanıt olması kaçınılmaz.

Yanıt vermek sorumluluktur. Yanıt vermek orijinalliktir. Yanıt vermek anda yaşamaktır. Bilinçsiz insanların ne yapacağını her zaman tahmin edebilirsin: Onlar ya cesur olacaktır ya da korkak olacaktır, onlar ya sabırlı olacaktır ya da sabırsız olacaktır. Ancak bilinç sahibi bir birey için "ya/ya da" seçenekleri yoktur; tüm olasılıklar her zaman açıktır; hiçbir kapı kapalı değildir. Ve her an karar verir. Bilinçli bir birey, özgür birey önceden gelen bir karar taşımaz; onun kullanıma hazır kararları yoktur. O taze, bakir hareket eder. O geçmiş tarafından bozulmamıştır.

Anahtar farkındalıktır. Farkında olursan her şey onu takip eder.

Hiçbir şey olmaya çalışma; sabırlı, sevecen, barışçıl, huzurlu. Çabalama. Eğer çabalarsan kendini zorlayacaksın ve bir ikiyüzlü olacaksın. Dinin tamamen ikiyüzlü hale dönüşmesi bu şekilde olur. İçerde daha farklısın; dışarıda boyanmışsın. Gülümsersin ve içerde ise öldürmek isterdin. İçerde tüm pisliği taşıyorsun ve dışarıdaysa parfüm sıkıp durursun. İçerde kokuşmuş durumdasın; dışarıda bir gül yanılsaması yaratırsın. Asla hiçbir şeyi bastırma.

Bastırma insanın başına gelmiş olan en büyük beladır. Ve o çok güzel nedenlerle olmuştur. Bir Buda'ya bakarsın; o kadar dingin, huzurlu. Hırs ortaya çıkar: Sen de böyle olmak istersin. Ne yapmalı? Taş bir heykel olmaya çalışırsın. Ne zaman bir durum ortaya çıksa ve sen rahatsız olsan kendini geri çekersin, kendini kontrol edersin.

Kontrol pis bir sözcüktür. Onda dört taneden fazla harf vardır ama o dört harfli bir sözcüktür.

Özgürlük... Ve ben özgürlük dediğimde ahlaksızlık demek istemiyorum. Yanlış anlayabilirsin. Ben özgürlük dediğimde sen onu ahlaksızlık olarak anlayabilirsin çünkü işler böyle yürür. Kontrol altındaki bir zihin ne zaman özgürlüğü duysa hemen onu ahlaksızlık olarak anlar. Ahlaksızlık kontrolün zıt kutbudur. Özgürlük sadece aradadır, tam ortadadır; hiçbir kontrolün ve hiçbir ahlaksızlığın olmadığı yerdedir.

Özgürlüğün kendi disiplini vardır ama bu hiçbir otorite tarafından dayatılmamıştır. O senin farkındalığından, orijinalliğinden gelir. Özgürlük asla ahlaksızlık olarak anlaşılmamalıdır yoksa esas noktayı kaçırırsın.

Farkındalık özgürlük getirir. Özgürlükte kontrole ihtiyaç yoktur çünkü ahlaksızlık için bir olasılık yoktur. Ahlaksızlık yüzünden sana kontrol dayatılmıştır ve eğer ahlaksız olarak kalırsan toplum seni kontrol etmeye devam edecektir.

Polisler ve yargıçlar ve politikacılar ve mahkemeler var olmuştur ve onlar sana kendini kontrol etmeni dayatıp dururlar. Ve sen kendini kontrol ederken canlı olmanın özünü kaçırırsın çünkü kutlamayı kaçırırsın. Şayet aşırı kontrollü isen nasıl kutlayacaksın?

Bu nerede ise her gün gerçekleşir. Çok kontrollü ve disiplinli insanlar beni görmeye geldiklerinde onların kafataslarının içine sızmak nerede ise imkânsızdır; o kadar kalındırlar... etraflarında taştan duvarlar. Onlar taşlaşmıştır; onlar buz kesilmişlerdir; onların sıcaklıkları kaybolmuştur. Çünkü eğer sıcak olursan korku vardır; bir şey yapabilirsin. Onlar bu yüzden kendilerini öldürmüş, kendilerini tamamen zehirlemiştir. Kontrol altında kalmak için tek bir çözüm bulmuşlardır ve bu da yaşamamaktır. Öyleyse taştan bir Buda ol; o zaman sabırlıymış, dinginmiş, disiplinliymiş gibi rol yapabilirsin.

Ancak burada benim öğrettiğim şey bu değildir. Ahlaksızlık kadar kontrol de bırakılmalıdır. Şimdi kafan karışacak. Sen ya kontrolü ya da ahlaksızlığı seçebilirsin; "Eğer kontrolü bırakırsam, ahlaksız olacağım. Eğer ahlaksızlığı bırakırsam o zaman kontrollü olmak zorundayım" diyebilirsin. Ancak ben sana diyorum ki eğer farkında olursan kontrol ve ahlaksızlığın her ikisi de aynı çöplüğe gider. Onlar aynı madalyonun iki yüzüdür. Ve farkındalıkta onlara ihtiyaç yoktur.

Bir akşam her zaman bir şekilde utangaç ve çekingen olan on sekiz yaşındaki bir genç kendisini değiştirmeye karar verdi. En iyi elbiselerini giyip, yatak odasından aşağıya indi ve babasını çekiştirip "Bak, kasabaya gidiyorum; güzel kızlar bulmaya gidiyorum. Körkütük sarhoş olacağım ve çok iyi vakit geçireceğim. Benim yaşımda, hayatının en güzel çağında olan bir genç ne yapıyorsa hepsini yapacağım ve biraz macera ve biraz heyecan yaşayacağım, o nedenle beni durdurmaya çalışma!" dedi.

Yaşlı adam, "Seni durdurmaya çalışmak mı? Dur bakalım evlat, seninle birlikte geliyorum!" dedi.

Tüm kontrollü insanlar bu haldedir; içerde fokurduyordur, ahlaksızlığın içinde patlamak için bekliyordur.

Manastırlardaki rahiplere git ve gör. Hindistan'da bu türden nevroz her yerdedir. Bütün rahipler nevrozludur. Şu anlaşılması gereken bir şeydir: Ya erotik olursun ya da nevrotik. Eğer cinsel enerjini, erotizmini bastırırsan nevrotik olursun. Eğer nevrozunu bırakırsan erotik olursun. Ve her ikisi de bir çeşit deliliktir. Kişi basitçe kendisi olmalıdır; ne nevrotik ne erotik, tüm durumlara karşı açık, hayat ne getirirse yüzleşmeye hazır, kabul etmeye ve yaşamaya hazır fakat her zaman tetikte, bilinçli, farkında, dikkatli.

O nedenle devamlı olarak hatırlanılması gereken tek şey, öz farkındalığındır. Kendini unutmamalısın. Ve her zaman varlığının en derinindeki özünden hareket etmelisin. Bırak eylemler oradan aksın, varlığının tam merkezinden ve her ne yaparsan yap erdemli olacaktır. Erdem farkındalığın bir işlevidir.

Şayet çeperden bir şey yaparsan günah gibi görünmeyebilir ama o günahtır. Toplum senden memnun olabilir ama sen kendinden memnun olamazsın. Toplum seni onurlandırabilir ama derinlerde sen kendini suçlamaya devam edeceksin çünkü hayatını boşa harcadığını ve onu bir hiç uğruna kaçırdığını bileceksin.

Toplumun verdiği onurun değeri nedir ki? İnsanlar sana bir aziz derse bu ne anlama gelir? O dedikodudan başka bir şey değildir. Bu nasıl önemli olsun? Tanrısallığı dedikodu için kaçırdın! Hayatını her taraftaki ahmak insanlar için, onların iyi fikirleri uğruna kaçırdın.

Hayatı tam merkezinden yaşa. Meditasyon tamamıyla buna ilişkin bir şeydir. Ve yavaş, yavaş dayatılmamış, oluşturulmamış, kendiliğinden ortaya çıkan, bir çiçeğin açması gibi doğal bir şekilde ortaya çıkan bir disiplinin geldiğini hissedeceksin. O zaman mevcut olan hayatın tümüne ve mevcut olan varlığının tümüne sahip olacaksın.

Ve senin tüm varlığın ve tüm yaşam buluştuğunda, ikisinin arasında yükselen şey özgürlüktür. İkisinin arasında yükselen şey nirvanadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder